“…arabanın penceresinden dışarıya bakarken gördüklerim berbat bir yoksulluk ve umutsuzluktu ve arasıra yapılmış iyileştirmeler bunu gizlemeye yetmiyordu. Acı gerçek karşımdaydı: boru hattından etkilenen insanların çoğunluğuna ayaklarının altından akan zenginliğin bir yararı olmamıştı.” – bunlar Rena Effendi’nin sözleri.
Eklenmeyi bekleyen su borusu…
Kapatılmayı bekleyen duvardaki delikler…
Yıkanmayı bekleyen çamaşırlar…
Gerilmeyi bekleyen çamaşır ipi…
Görülmeyi bekleyen erkek çocuğu…
Her şey teldeki çamaşırlar gibi askıdan alınmayı bekliyor.
Tamir bekliyor.
Kurtuluş bekliyor.
Yaşatılmayı bekliyor.
Hayat bekliyor.
Hayat askıya alınmış.
Hayat durdurulmuş.
Hayat bekliyor.
Ancak çocukluğu beklemiyor çocuğu.
Umutlar çok erken yeniliyor umutsuzluğa. – bunlar da Rena effendinin çektiği fotoğrafın söyledikleri.
Hepsi bunu söylüyor. Açık deterjan kutusu bile.
Yapılan iyileştirmeler bu sığınmacı çocuğun çocukluğunu yitirdiğini nasıl gizlesin! Bu zenginlik minik yavrunun tedirginliğini azaltmıyor. Elindeki değnek ufaklığın oyuncağı olabilecekken, onun kendini korumak için kullandığı güven nesnesi, silahı olmuş. Ağızındaki parmağı ile kendini rahatlatmaya çalışsa da, “Büyüklerin işine aklım ermiyor.” dese de gözlerindeki ifade tam aksini söylüyor. “Olan bitenden korkuyorum.” diyor. Sığınmacı çocuk çocukluğunun bekçiliğini yapmayı deniyor ama başaramıyor. Yerdeki çamaşır teknesi bile boşluğuyla elinden geleni ardına koymuyor; gölgesiyle daha da karartıyor o evladın tutunmaya çalışan umutlarını, daha da pekiştiriyor o anlam veremediği korkularını.
Rena Effendi’nin arabasının penceresinden gördükleri yoksulluk ve umutsuzluk. Çocuğun penceresinden baktığımda benim gördüklerim ise yarın vaadetmeyen bugünde çocukluğunu yitirmiş bir çocuk.
Add comment